tatlidede

Mardin'i yönetmek mi yoksa hükmetmek mi?

  • 09.11.2010 10:46
Mardin'i yönetmek mi yoksa hükmetmek mi?

Uzun zamandır dillere pelesenk olmuş; medeniyetler şehri, dillerin ve dinlerin kavşak noktası, medeniyetler beşiği gibi şairvari tanımlamaların bu kadim şehre nasıl bir katkısı oldu?

            “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma” eğilimi gösteren toplumsal gerçeklikte, Medeniyet’ten ve kültürden bahsetmeye çalışırken acaba biz bu kavramların neresinde duruyoruz?

            Bu şehrin medeni ve kültürel bir birikimi varsa; bunun ne kadarı bizim ve yöneticilerimizin davranışlarında ve fikir labirentlerinde yer alıyor?

            Toplum gerçeğinin bir yansıması olan iktidarın hüküm mekanizmasında yer alan yöneticilerin tutum ve davranışlarının analizini yaparken kendimize ait gerçekleri de ifade etmiş olmuyor muyuz?

            Mustafa Aydın hocanın tanımlamasıyla “Tipik İslam Şehri Mardin” de Kendimizi mi kandırıyoruz? Yoksa kandırılıyor muyuz?

            Eğer medeniyet:

            Bin Nabi’nin tanımlamasıyla insan, toprak ve zaman unsurlarının birbirleriyle girdiği reaksiyonun sonucunda oluşuyor ve bu oluşuma insanın dinamizm katmasını sağlayan; dört ana yöntemi olan estetik, ilke, rasyonel mantık ve teknikten oluşan (yaşam üslubu olarak) kültür olgusuyla sağlanıyorsa,

            Kültür:

            Toplumu ya yükseltir ya da düşürür

            Ya ilerletir ya da geriletir

            Ya güç katar ya da zayıflatır

            Peki, bunun olumlu ya da olumsuz uçlarında gezinmesini ne sağlar? Toplum ve yönetici olarak ya eşyada ya da insani fikirlerde odaklanmakla…

            Medeniyete dinamizm katan şey; eşyanın hâkimiyetinden kurtulmuş eşyayı kontrol eden, eşyaya sahip olmakla değerlenen insan değil, eşyayı kendi hizmetinde faal kullanmakla fikirlere değer katan bir beşeri anlayıştır.

            Her medeniyetin yöntemi, tercihleri ve olguları vardır. Romalıların “vesenilik” köklerinden beslenen batı medeniyeti gözünü etrafında cereyan eden şeylere dikti. Yani eşyaya…

            Oysa İslam medeniyeti birbirini tamamlayan ilahi mesaj silsilesiyle, eşyanın ötesinde ki; metafiziksel ve gaybi anlamaya gözünü dikti… Yani fikirlere…

            Medeniyetin tarih çizgisinde mevzilenmesi için, medeniyeti oluşturan ana unsurlar arasında kurulmuş dengenin asli model ve kaidelerden ilham alan düşüncelerden oluşması gerekir.

            Asil ve çerçevesi oluşturulmuş fikirlerden…

            Onun için Batının fikir manzumesinin esas olarak; ağırlık ve keyfiyet üzerine odaklanması sonucunda oluşan aşırılık, Tüketici burjuva toplumunun oluşmasına neden olmuştur.

            Bunun yanı sıra gerçekçi değerlerin bütün faaliyetini ve dinamizmini kaybettiği çağımızın Müslüman toplumunda yaşanan aşırılık; ya aşırı mutasavvıflık ve yobazlık ya da batıya ait şeylerden aşırı etkilenmişlik ve körü körüne bir taklitçilik sonucuna götürmüştür.

            Oysa bu netice Kuranın koymuş olduğu kurallar kapsamında, İslam medeniyetinin asli gelişim döngüsünü tamamlarken ulaşması gereken hedeflerinden biri değildir.

            İslam dini, gaybi anlayışın hayır olgusu üzerinde odaklanarak toplumsal ilişkileri güçlendiren bir çerçeve sağlamıştır.

            Eğer yerleşik fikirler esas modelinden sapıp; ilham aldığı değerlerden uzaklaşırsa, hedeflerin belirlenmesinde yaşanan tutarsızlık, tarihin kenara kustuğu kargaşa yumağına dönüşür.

            Bu da bizi İslam toplumunda yaşanan zıtlıkların, hiç bir geçerli izahatının olamayacağı anlayışına götürür.

            Farklı düşüncelerin birbirleriyle çatışma halini yaşadığı şehir idaresinde, tarih sahnesinde etkin bir şekilde var olmanın önü tıkanır.

            Farklılıkların gerçeği ve medeniyete katkıyı hedefleyen pusula şaşırır. Enflasyona uğrayan benlik muharebeleri, ikindi çayında destansı üslupla dile getirilen sohbetlere dönüşür.

            Geçmişten alacaklı ruhi haliyenin ifraz ettiği davranış kalıpları, intikam tandanslı hedefler için ortalıkta cirit atmaya başlar.

            “Ben”… “Biz” in yerine geçer.

            Kazanılan zaferlerin kısa süreli egosal tatminden öteye geçmediği yalaka topluluğun, oluşturduğu ilkel kabile ritüellerine dönüşür.

            Değerlerin altı geçici algılarla doldurulur.

            Yapacaklarını vaat ettikleri eserlerin önünde dururken insanlığa hizmet etmiş olmanın ruhi doygunluğu değildir önemli olan… Övgüdür hedeflenen.

            Protokol sırasında ön saflarda oturmak, ön saflarda oturmanın gerekliliği olan fikir ve idare yeteneğine sahip olmanın yerine geçer.

            Siyaset, yönetme sanatı ve onun sağladığı gücü kullanmak yerine; halkın talep ettiği hizmetleri yapıyor gibi görünme ve onları ikna ettiğine kendini ikna etme ayinine dönüşür.

            Eleştiriye tahammül kalmaz. Gerçekleri ifade edenler; karşı cephe ve düşman olarak algılanır.

            Çamur atma, iftira, bel altı vurma, yalan gibi zavallı silahlarla başlatılan aciz bir ötekileştirme, karşı koyuş ve babalanmalar başlar.

            Kurnazlık ve kısa vadeli göz boyayıcı eylemler zekânın önünde durur.

            Razzak (Hâşâ) sıfatıyla kendi maiyetinde çalışan insanları ve memleketi idare etme eğilimi boy gösterir...

            Uygarlıkların oluşturduğu bilgi birikiminin kullanılmasıyla ilgili Konfüçyüs “Bilgi Uygulamaktır” der.

            Kırık bir testi, paslanmış madeni para ve taş duvarların yanında, maziye şiir okumak ve övgüler düzmek değildir medeniyet… Onlara sinmiş ruhun sesini duyup medeniyet döngüsüne hayat verebilmektir.

            “Şüphe yok ki bir topluluk, kendini değiştirmedikçe Allah o topluluğu değiştirmez.” (Ra’d suresi 11. ayet)

            Medeniyetler şehri Mardin’de yönetici mi dediniz? Geçiniz…

Kaynak:

Malek Bennabi, Le problème des idées dans le monde musulman, Algiers: al-Bayyinat, 1990

Yorum Yaz