matesis
dedas

Okuyucu - Bernhard Schlink Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Okuyucu kimin eseri? Okuyucu kitabının yazarı kimdir? Okuyucu konusu ve anafikri nedir? Okuyucu kitabı ne anlatıyor? Okuyucu PDF indirme linki var mı? Okuyucu kitabının yazarı Bernhard Schlink kimdir? İşte Okuyucu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 05.05.2022 20:00
Okuyucu - Bernhard Schlink Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Bernhard Schlink

Çevirmen: Cemal Ener

Orijinal Adı: Der Vorleser

Yayın Evi: İletişim Yayıncılık

İSBN: 9789754703887

Sayfa Sayısı: 188

Okuyucu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

En eski kulvarlardan birine, polisiye'ye yenilikçi bir dalış yapan Alman edebiyatçı Schlink'in tüm maharetini sergilediği bir roman, Okuyucu. 15 yaşındaki bir çocuğun 35 yaşlarındaki bir kadınla yaşadığı aşk, Nazi dönemi sabıkalarının izleri, ihanet, kaçış, vicdan azabı, uçurumlar, suçluluk duygusu, yakalanma korkusu...

Schlink, bu temaları "Suç nedir, niçin suçluyum?" sorularının peşinde ve sürükleyici bir dehşet hikayesinin içinde öylesine ustalıkla işliyor ki, Daniel Cohn-Bendit'in deyişiyle "büyük edebiyat" çıkıyor ortaya.

Okuyucu Alıntıları - Sözleri

  • "Bazen sonu acı verdiği için mutluluğa sadık kalmaz bellek."
  • "Kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda."
  • "Ne ki, kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda."
  • "Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var?"
  • "Çocukluk ve gençlikteki hastalık dönemleri nasıl da büyülü zamanlardır."
  • "Tarih yazmak, geçmişle şimdiki zaman arasında köprüler kurmak, her iki sahili de gözlemlemek ve her iki kıyıda da etkin olmak demektir."
  • Ne ki, kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda.
  • "Ben de anlatmayı bıraktım böylece. Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var?"
  • Adalet nedir? Yasalarda yazılı olan mı, yoksa toplumun fiilen geçerli sayıp uyduğu mu? Yoksa her şeyin hakça yürüdüğü koşullarda, yasalarda yazılı olup olmadığına bakılmaksızın geçerli sayılması ve uyulması gereken şey midir adalet?
  • Gençken kendime ya aşırı güvenir ya da fazlasıyla güvensiz hissederdim kendimi. Ya çok beceriksiz, önemsiz ve değersiz olduğumu düşünür ya da çok özel biri olduğuma ve her şeyi başarabileceğime inanırdım. Kendime güvendiğim zamanlarda en büyük güçlüklerin üstesinden gelirdim. Ama en küçük bir başarısızlık, hiçbir işe yaramadığıma inanmam için yeterdi.
  • "Ebeveyne karşı beslenen sevgi, insanın sorumluluğunu taşımadığı tek sevgidir."
  • Gecikmiş ve harcanmış hayatına kederlendim, hayattaki tüm gecikmelere, tüm harcanmışlıklara kederlendim. Doğru zaman kaçırılmışsa, diye düşündüm, eğer insan bir şeyi kendinden bunca zaman esirgemişse, bir şey ondan bunca zaman esirgenmişse eğer, büyük bir güçle başlasa ve coşkuyla desteklense bile, artık çok geç kalınmış demektir. Yoksa "çok geç" kalınmaz mı hiçbir zaman; yalnızca "geç" mi kalınır ve "geç" olması, her şeye karşın "hiç" olmamasından daha mı iyidir? Bilemiyorum.
  • "İnsanların hiç bulaşmamaları gereken ve canları söz konusu olmadığı sürece, kaçınmak zorunda olduğu meseleler vardır."
  • Yoksa "çok geç" kalınmaz mı hiçbir zaman; yalnızca "geç" mi kalınır ve "geç" olması, her şeye karşın "hiç" olmamasından daha mı iyidir?
  • ...kendi yolunu izledi ve nihayet kendi sonucunu doğurdu.

Okuyucu İncelemesi - Şahsi Yorumlar

15 yaşındaki lise öğrencisinin 36 yaşındaki bir kadınla yaşadığı aşk ilişkisinin anlatımıyla başlıyor ilk bölüm. Sanıyorsun ki böyle devam edecek. Ama neyse ki etmiyor ve bambaşka bir yöne evriliyo Kadının birden çekip gitmesi ve yıllar sonra savaş suçlarıyla yargılanan bir mahkeme salonunda karşılaşmalarıyla da yön değiştiriyor. Ve hukuk öğrencisi olarak orada bulunan erkek karakterimiz. En çok adalet ve vicdan mukamesiyle okunuyor ve: Eğer seni anlamıyorlarsa, senden hesap da soramazlar. .... (S:171) Dönemin hukuk işleyişi ve psikolojik tahlilleri; geçmişin izleri, pişmanlık, hüzün ve utanç duygularıyla verilen kararlar. Bu kararlar karşısındaki tutumlar. Okuyucu " 30 yıl süren bir iç ses hikayesi aslında .. Damla damla kaleme alınmış bir eser Edebi olarak okunması keyifli güzel kelimele barındıran bir kitap #okuyun bence (Hande gunkut)

Duygularımız Kararlarımızda Ne Ölçüde Belirleyicidir?: Kurgusu ya da üslubu tatmin etmese de bir eser dikkat çekici bir soru sorduruyorsa ya da bir konu hakkında dikkat kesilmemi sağlıyorsa benim için hakkında bir şey yazmaya değer kitaplar arasına giriyor. Okuyucu da benim için böyle bir kitap. 15 yaşında sara hastası olduğu için okuldan ve akranlarından uzak kalıp kendini kitaplara vermiş Micheal'ı kahraman olarak buluyoruz. Bir gün sokakta hafif derecede fenalaşıp bir kadının yardımıyla evine gelir. Anne babasının teşvikiyle teşekkür için kadının evine gitmesinin ardından gelişen süreç içinde de kendisinden 21 yaş büyük bu kadınla bir ilişki yaşamaya başlar. Yazar gelebilecek tepkileri de göze alarak bu ilişkiyi erotik sahneler de ekleyerek detaylandırmış. Kitaplarda her türlü ilişki, ruh hali, durum veya olayı görmeyi normal karşılayan bir okur olarak bu ilişkiyi de garipsemedim. Buna karşın insanların bu tarz ilişkileri kitaplarda görünce genellikle verdikleri tepkiyi bu esere vermediklerini fark edip bunun üzerine biraz düşündüm. Eğer 36 yaşındaki bir erkek ile 15 yaşında bir kızın ilişkisi söz konusu olsa aynı tepkisizlik oluşur muydu diye kendi kendime sordum, buna cevabım ise "oluşmazdı, yani mutlaka tepki meydana gelirdi", şeklinde oldu. O halde, bu durumda da cinsiyetlere yüklediğimiz değerlerin, anlamların algımıza etki ettiği sonucuna vardım. Hanna adındaki bu kadın bir gün hiçbir not bırakmadan ortadan kaybolur, Micheal hayatına devam edip hukuk okumaya başlar. Nazi davalarından birinde izleyici olarak bulunurken Hanna ile karşılaşır, Hanna sanık sandalyesindedir, daha önemlisi iyi bir avukat tutmamış ve dava dosyasını da yeterince incelemeden ciddi düzeyde hüküm giymesine sebebiyet verecek şekilde ifadelerde bulunmaktadır. Buradan hareketle sorgulama yapan Michael, onunla anılarını didik didik edip nihayetinde Hanna'nın okuma yazma bilmediğini fark eder. Karşımıza absürd bir manzara çıkar bu noktada: Hanna, mesleki yaşamında alacağı terfilerden vazgeçerken, kendisini Nazi toplama kampında çalışan bir görevli olarak bulurken ve de sanık sandalyesinde otururken hep bu okuma yazma bilmemesinden duyduğu utancin merkezi bir rol oynadığına şahit oluruz. Peki, utanç duygusu bir insan için onun hayatını bu derecede mahvedecek düzeyde kuvvetli midir? Şu an Hanna'nın durumuna tüm olaylar yaşandıktan sonra geniş açıdan baktığımızda, onun ne kadar büyük bir saçmalığa imza attığını düşünebiliriz. Ancak Hanna, bu her bir olayda tercihlerde bulunurken bizim gibi sonuca bakarak hareket edememektedir. Anlık olaylar esnasında karar mekanizmamızı çoğu kez mantığın yerine anlık duygularımız etkiler ve neticede kendimizi 'saçma' ve vahim bir halin içinde bulabiliriz. Hanna'nın durumunu ben bu şekilde yorumluyorum. Kitabın bana sordurduğu bu sorudan hareketle, hareketlerimizi hep akıl ve mantıkla temellendirme gayretinde olsak da sonuçta duygularımızın ve iç güdülerimizin ne kadar da belirleyici olduğunu görüyorum. Kendisinde düzen gördüğümüz yaşamın da aslında bir kaos ve bir saçma olduğunu da göz önünde alınca bu bana garip gelmiyor baştaki kadar. Sonuç olarak biz insanlar da bu saçma kaosun birer üyesinden başka bir şey değiliz. Keyifli okumalar.. (Kaan)

Okuyucu: Bu inceleme kitaba dair spoiler içermektedir! Bu metin bir ödev metnidir. Telif haklarının tamamı hesap sahibine mahsustur. Bernard Schlink tarafından yazılan ‘Okuyucu’ romanı, aralarında 21 yaş fark olan Michael ve Hanna’nın hikayesini anlatıyor. Pek de masum sayılamayacak bu ilişkinin üzerinden uzunca bir zaman geçmesinin ardından artık hukuk öğrencisi olan Michael, Almanya’nın karanlık Nazi geçmişinin yargılanma sürecinde Hanna’nın sanık konumunda bulunduğu bir davada eski aşığıyla karşılaşır. Gizemli Hanna’nın sırlarını ortaya seren bu dava geçmişe dair pek çok soru işaretini de ortadan kaldırır ve kendi hayat mücadelesi içinde başka kimselerin hayatını karartan Hanna ağır bir hapis cezasına çarptırılır. Romanda çok hassas bir konu olan Yahudi soykırımına değinildiğinden ve Hanna karakterinin de soykırım konusunda romandaki en bariz suçlu olmasından dolayı akıllarda kitabın Almanların kolektif suçlarını aklamaya çalışıp çalışmadığı sorusu canlanıyor. Ana amaç bir aklama olmasa dahi Hanna bir suçlu ve ortada bu suçlu kadına aşk duygusuyla bağlanmış bir hukukçu var. Bu da etik sorguları beraberinde getiriyor. Hanna’nın suçlarından haberdar olduğumuz kısımlar da dahil olmak üzere romanın pek çok yerinde Hanna’ya karşı bir sempatizanlık var. Anlatımın da aşığının dilinden olması bu sempatinin en büyük kaynağı. Hanna’nın romandaki yerini anlamak için bu karakteri analiz etmek gerekir. Hanna ilkel bir kadını yansıtıyor. Hayatta kalma konusunda bir usta. Tek başına ve yalnızlık içerisinde. Hayattan bir şey istemeyen ve beklemeyen bir kadın. Kendisinden 21 yaş küçük bir oğlan çocuğuyla birliktelik yaşaması etik değerleriyle ve suçluluk duygusuyla ilgili okuyucuyu ciddi şüphelere düşürüyor. Bütün bunların ötesinde tam bir kapalı kutu. Karşısındaki kim olursa olsun kendinden ve sırlarından ödün vermiyor. SS’lere de kendi isteğiyle katılıyor. Hanna’nın kötü diyebileceğimiz özellikleri edebiyat yardımıyla anlatılınca ona sempati duymamıza yol açan pek çok ayrıntı ortaya çıkıyor. Hanna okuma yazma bilmeyen bir kadın. Kilisede mahkumların tutulduğu yerde daha duygusal ve zayıf olan kızlara kitap okutuyor ve bu bilgi anlatıcı olan Michael karakterinin aklında o kızlar daha az acı çeksin diye onları kendi yanına almışçasına yorumlanıyor. Oysa kitapları sevdiği için ve zayıf kızlar ona saldırıp onu yenemeyeceği için de özellikle onları seçiyor olabilirdi. Yine aynı kilise yanarken kapıların açılmamasının suçunu diğer mahkumlar Hanna’ya atıyor ve bizler de zaten başından beri gözdemiz olan Hanna’nın suçlandığını görünce ona daha da yakın hissediyoruz. Okuma yazma bilmediği için düzenlediği söylenen raporun yalan olduğunu söyleyemiyor. Çünkü utanıyor. Ne kadar insancıl bir duygu. Ne kadar da doğal. Bir yandan kabul edilemez bir mazeret gibi gelse de okuma yazma bilmiyorsa nasıl suçlayabiliriz Hanna’yı? Bilmemek suç mu? Bilgisizliği, dünyayı yanlış okumayı suçlayabilir miyiz? Hanna’nın insani yönlerini, okuma yazma bilmemesini, işlediği suçun tamamından haberdar olmamasını ileri sürerek tek fail üzerinden tüm faillere bir gönderme yapıldığı varsayımına kapılmak mümkün. Ama hayır. Kitabın amacı bir suçu aklamak değil. Bir suç koca bir toplum tarafından işlenebilir mi? İşlenebilirse toplum suçunun nasıl farkında olabilir? Bu evrensel suç faille mağdur arasındaki keskin çizginin neredeyse yok olduğu bir noktada. Herkes için işlenen suçların normalleştirildiği bir ortam yaratılmışken normal davrandığını düşünen insanları nasıl suçlayabiliriz? Nazi felsefesiyle hareket eden kimselerle zorunda kalan, başka yapacak bir şey bırakılmayan; toplumun, yaşatılanların bir parçası olmak durumunda olan kimseler aynı suçtan mı suçludur? ‘’Adalet nedir? Yasalarda yazılı olan mı, yoksa toplumun fiilen geçerli sayıp uyduğu mu?’’ Hanna toplumun azımsanamayacak bir çoğunluğunun sembolü. Amaç aklamak değil. Anlamak. Anlamak; affetmek, aklamak, barışmak anlamına gelecekse dahi anlamak lazım. Bunca insan nasıl bu suçu işledi? Anlayarak. Anlamak bir noktada vicdana davet. Bir o kadar da vicdandan bir kovuluş. Bir celladı hiç suçlamıyoruz katil olmakla. Çünkü o bunu yapar ve işi budur. Emir alır, uygular. Bir toplum cellat olmuş olamaz mı? Anlamaktan bu kadar korktuğumuz bu suçları cellat konusunda çoktan anlamış değil miyiz zaten? ‘’Ama cellat da idam mahkumundan nefret etmez, yine de asar onu.’’ Kitabın okuyucusuna, hukukçulara verdiği, okuyup özümsememizi istediği mesaj aslında hayatın belirsizlikleri, farklı renkleri ve sesleri karşısında hukukun ne kadar gri ve sağır olabileceğidir. İnsan insandır. O yaşar, sürüklenir, uyum sağlar. Adaptasyon denilen şey toplumsal olabilir. Yüzyıllarca dünyaya yayılabilir. İnsanın insan olması onun yargılanması önünde bir engel değil, doğru yargılanması için bir yol gösterici, ipucu sadece. Yargılamalar yetersiz kalabilir. Bir araya gelip olaya son halini veren şartlar iyi değerlendirilmezse, yaşananlar basitleştirilir, gri bölgeler ve ikilemler göz ardı edilirse yargı ile yargılanan arasındaki bağ kopar. Mümkün olan her nokta incelenmeli. Şartlar elden gelen en iyi şekilde değerlendirilmeli. İşte asıl bu mesajın bize bu kolektif suçun yargılaması yoluyla verilmesinin sebebi de bu yargılamaların yıllar sürüp şartları anlamayı ve araştırmayı imkansızlaştırması ve var olan bunca dava içince incelenen unsurların sayısının da mümkün olan en az noktaya indirilmesi. İnsanlar sadece dava dosyasındaki isimlerden ibaret olmaya başlayınca yaşamlarını hapiste geçirmeleri ihtimali de kimsenin canını yakmamaya başlıyor. Özellikle de bu isimlerin kaybedecek bir şeyleri yoksa. Zaten Michael Hanna’nın okuma yazma bilmemesi sırrını hakime söylemediğinde de okuyucuyu yıkan şey Hanna’nın sırrının ikisiyle ölüp gideceği değildi. Yargıya katılan hiç kimse Hanna’nın da bir insan olduğunu hatırlatacak bu bilgiye sahip olmayacaktı. Kimse Hanna’nın utanabileceğini anlamayacaktı. Onun da o salondaki herkes gibi hisleri, anıları, yaşamaya değer günleri olduğunu ve doğru şartlar bir araya gelse her birinin sanık konumunda olabileceğini görmeyecekti. Sonunda okuma yazmayı öğrendiğinde her şey için çok geçti ve artık geri dönülmez bir noktadaydı. Kaybedecek hiçbir şeyi olmadan hayatta kalmaya çalışan Hanna en sonunda diğer her şeye olduğu gibi hapishaneye de uyum sağladı ve orada can verdi. (Berin Pekcan)

Okuyucu PDF indirme linki var mı?

Bernhard Schlink - Okuyucu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Okuyucu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Bernhard Schlink Kimdir?

1944’te Almanya’nın Bielefeld kentinde doğan Bernhard Schlink, hayatını hukukçu ve yazar olarak Bonn’da ve Berlin’de sürdürüyor. İkinci romanı "Gordiyon Fiyongu"yla Glauser Ödülü’nü, "Selbs Betrug"la Alman Polisiye Roman Ödülü’nü (1992), "Okuyucu" adlı romanıyla Neumünster kentinin Hans Fallada Ödülü’nü (1997), İtalyan edebiyat ödülü Grinzane Cavour’u, çeviri eserlere verilen Fransız Laure Battalion Ödülü’nü, "Die Welt" gazetesinin ilk kez verdiği Edebiyat Ödülü’nü (1999) ve Düsseldorf’taki Heinrich Heine Derneği’nin Onur Ödülü’nü aldı. Bu romanı, "New York Times" gazetesinin en çok satan kitaplar listesinde birinci sıraya yükselen ilk Alman kitabı oldu ve 30 kadar dile çevrildi. Kitabın film hakları Hollywood’daki Miramax firması tarafından satın alındı ve filmin yönetmenliğini "İngiliz Hasta", "Yetenekli Bay Ripley" gibi filmlere imza atan Anthony Minghella üstlendi.

Bernhard Schlink Kitapları - Eserleri

  • Okuyucu
  • Merdivendeki Kadın
  • Eve Dönüş
  • Yaz Yalanları
  • Geçmişe İlişkin Suç ve Bugünkü Hukuk
  • Aşk Kaçışları
  • Gordiyon Fiyongu
  • Hafta Sonu
  • Selb'in Yargısı
  • Olga
  • Selb'in Ölümü
  • Selb'in Hilesi
  • Abschiedsfarben
  • Olga

Bernhard Schlink Alıntıları - Sözleri

  • Təbiət belədir: güclülər zəiflərdən çox əldə edirlər, diribaşlar isə maymaqlardan çox əldə edirlər (Eve Dönüş)
  • " bu is boyle, cocuk. sana verileni benimsemezsen ondan yararlanamazsin." (Olga)
  • Zaten başkaları kıskanç olduğundan, insan onlara hazinelerini göstermemeli. Ya senin sahip olduğuna sahip olmadıkları için üzülür ya da gözlerini hırs bürür ve onu elinden almak isterler. (Aşk Kaçışları)
  • "Sorduğum sorularla gevezelik yaptığımı düşünmeye başlamıştım .. "Böylece hiç ses çıkarmadan okudum ,yazdım, öğrendim. . " (Eve Dönüş)
  • Kişilərin hərbi formada fotoşəkilləri, bəzən də şagird yoldaşlarımın evlərində gördüyüm gümüşü çərçivəyə bərkidilmiş qara haşiyə məndə bir sıra ölkələrdəki qəbir daşlarına yerləşdirilən kiçik fotoşəkillər kimi iztirablı təəssüratlar oyadırdı. Elə bil ki,insanlar ölüləri sakit buraxmaq istəmir, hətta öldükləri zaman da onlardan hərbi salam tələb edərək, onları həyata itələyirdilər. (Eve Dönüş)
  • ..."İnsanları kullanmak yanlış bir şey değil, kötü olan bunu onlara hissettirmek,"... (Selb'in Yargısı)
  • Ara sıra işine duyduğu özlemin, gerçekten işine mi yoksa herhangi bir toplumsal konuma ve iyi oynayabildiği bir role ilişkin mi olduğunu soruyordu. (Aşk Kaçışları)
  • Okuduğum ilk roman ,Rusların elinden kaçan ve vatana dönüş yolunda türlü tehlikeler atlatan bir Alman askerini anlatıyordu. . (Eve Dönüş)
  • " ah cocuk, iki kisinin birbirine uygun olmasi niteliklere degil, aska baglidir." (Olga)
  • Daha ayaklarının üzerinde durur durmaz koşmak istemişti o. Adım adım ilerlemeyi yeterince hızlı bulmadığından, daha bir ayağını yere basmadan öbürünü kaldırıyor, ama yere düşüyordu. Ayağa kalkıyor, bir adım atıyordu, bir adım daha, yine çok yavaş yürüdüğünü düşünüyor, bir ayağını yere koymadan yine ötekini kaldırıyor ve yine düşüyordu. (Olga)
  • Kulübeye neredeyse ulaşmıştı ki kapısı açıldı .. Bir kadın dışarı çıktı ve ona doğru yürüdü .. Karl "Bir kraliçe gibi yürüyor " diye düşündü ve korktu .. Gücünü isteklerini sonuna dek kullanıp tüketmiş ..bitkindi Üstü başı yırtık pırtıktı,pislik içindeydi ve leş gibi kokuyordu .. "Derhal erkeklerini çağıracak ve başıboş gezen bir sokak köpeğiymisim gibi beni kovalatacak" (Eve Dönüş)
  • Fakirler için endişeleniyor musunuz? Televizyonu açıp masaya biranızı koyunca tehdit olmaktan çıkıyorlar. (Merdivendeki Kadın)
  • O yerlərdəki mən ölümə getməyə hazıram, deməli orada öldürmək hüququm da var. (Eve Dönüş)
  • - " (…) İyi şeylerin zaman istediğini herkes bilir ama gerçekte iyi olan şeyin zaman olduğunu kimse kabullenmez... Anne babamızdan, öğretmenlerimizden başarılı olmanın koşulunun alın teri olduğunu öğreniriz. Çok çalışıp, çok didinirsek sonunda başarıya kavuşacağımızı öğreniriz. Öğrenemediğimiz şey, beklemektir..." (Gordiyon Fiyongu)
  • İnsan ancak acı çekerken özel ve ilginç biri olur. (Gordiyon Fiyongu)
  • "Kaçış yalnızca bir uzaklaşma değil, bir varıştır aynı zamanda." (Okuyucu)
  • " hic zahmet vermez, en sevdigi sey öylece durup bakmak." (Olga)
  • Herbert war stolz auf Olga, eifersüchtig auf die Bedeutung, die Lernen und Wissen für sie hatten, und unzufrieden bei dem Gedanken, wie selbständig sie geworden war, unabhängig von Familie, vom Urteil anderer, von ihm. (Olga)
  • "Ben de anlatmayı bıraktım böylece. Söylediklerinizin hakikati yaptıklarınız olduğuna göre konuşmanın ne gereği var?" (Okuyucu)
  • "Belki de insan bir kovuğun içinde yaşayınca dışarıdaki hayat onun için bir klişeye dönüşüyordur." (Merdivendeki Kadın)

Yorum Yaz