matesis
dedas

Torunlar - Fethiye Çetin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Torunlar kimin eseri? Torunlar kitabının yazarı kimdir? Torunlar konusu ve anafikri nedir? Torunlar kitabı ne anlatıyor? Torunlar PDF indirme linki var mı? Torunlar kitabının yazarı Fethiye Çetin kimdir? İşte Torunlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 17.06.2022 18:00
Torunlar - Fethiye Çetin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Fethiye Çetin

Yazar: Ayşe Gül Altınay

Tasarımcı: Emine Bora

Yayın Evi: Metis Yayınları

İSBN: 9789753427289

Sayfa Sayısı: 240

Torunlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu kitapta, 1915’te ya da öncesinde müslümanlaştırılarak, asimile edilerek Anadolu’da kalmış Ermeni çocuklarının hikâyelerini, torunlarının ağzından dinleyeceksiniz. Şimdilerde orta yaşlarını sürmekte olan bu torunlar Ermeni dedelerini, ninelerini, kendilerini anlatırken yüzleşmesi güç soruları da gündeme getiriyorlar. Bugün Türkiye’de yaşayanlar kendi hikâyelerini ne kadar biliyor, nelerin üstü örtülüyor, bu sırlar bizi nasıl etkiliyor? Neredeyse yüz yıl sonra 1915’te yaşananlar "torunlar" için ne ifade ediyor? Burada hikâyesini okuyacağınız kişiler bizi kendimizle, ailemizle, komşularımızla, arkadaşlarımızla tanışmaya, birbirimizin hikâyelerine kulak kabartmaya davet ediyorlar. Yalanlardan, gerçek korkusundan kurtulup geçmişimizle yüzleşmeden barışçıl bir geleceğe varamayacağımızı hatırlatıyorlar bize...

Torunlar Alıntıları - Sözleri

  • İnsanlar kökeniyle, diniyle, rengiyle rencide olmamalı.
  • Kadınlar her yerde şiddet yaşıyorlar. Kadınların milliyeti yok gerçekten. Ben bunu yaşadım. Birisi imdat diye bağırdıktan sonra hangi dilde bağırdığının ne önemi var ki?
  • İnsan bir kere ninelerinden ya da dedelerinden birinin farklı bir etnik ve dinsel kökene sahip olabileceğini düşünmeye; nenesinin ya da dedesinin "düşman" olarak tanımlanan gruba ait olup olamayacağı konusunda soru sormaya görsün; işte o andan başlayarak "ötekine" düşman olamıyor...
  • Bizim köyün yakınlarında bir kuyu vardı. Çok derin bir kuyu. Kazılan bir kuyu değil, doğal bir şey. Çocukken biz oraya taş atıyorduk, iki-üç dakika sonra dibine düşüyordu. Çok derindi yani. Dedem derdi ki, "O zaman Ermenilerin hepsini getirdiler, buraya attılar." Hep ağlayarak anlattığı bir hikaye daha vardı, onu size anlatayım mı bilmiyorum. Derdi ki bu kuyuya bir kilometre mesafede bir çeşme varmış. Bir seferinde askerler getirdiklerini bir kilometre daha yukarıya, bu kuyuya çıkaramamışlar, hemen o çeşmenin orada öldürüp gömmüşler. "Ondan sonra çeşmenin suyu üç gün beş gün kırmızı aktı, kan olarak aktı," diye anlatırdı.
  • Geçmişi değiştiremeyiz, fakat geleceği iyileştirebiliriz. Paul Rusesabagina
  • Kürt de olsak Türk de olsak Ermeni de olsak futboldan savaş çıkarabiliyoruz veya bir düğünden cinayetler işliyoruz. Toplum olarak böyle bir noktadayız, toplu linçlerle bir toplumu imha etme provaları yapıyoruz ...
  • "Ben ilk olarak 13 yaşımda sorgulandım. İzleri hala vardır vücudumda. Ondan sonraki yıllarda o kadar sorgu yaşadım, cezaevinde yattım, ama o 17- 18 günün müthiş izi kaldı. İlk oluşu, yaş da olduk­ça küçük... Fiziksel olarak da çok iz kaldı o dönemden. Ama hala as­la söyleyemeyeceğim şeyler var, yani asla söylemediğim, anlatama­dığım şeyler. Şimdi düşünün anneannem ne kadarını anlatmıştır? Bu durumda olan insanlar ne kadarını anlatır?"
  • "Bizim orada Ermeni Fırını diye bir ma­ğara var. O fırına Ermenileri koyup, kapatıp ateşe vermişler. Kalanı da sürmüşler."
  • "Amcam "Biz hep böyle değildik kızım, biz oralardan geldik, oralarda Kürtlerle bir­likte gayet iyi bir yaşam sürüyorduk," derdi. Katliam kelimesini kimse kullanmıyor, hiç duymadım. Hep "o günler" derler. Ne bile­yim, tecavüzden kurtulmak için dağlardan atlayan Ermeni kadınla­rın hikayesi anlatılır. Sağ kalan tek tük Ermeni erkeklerin nasıl öl­dürüldükleri anlatılır. Hep "Dışarıdan askerler gelmiş, onlar öldür­müş," diye anlatılır. Kasabadaki Kürtlerin öldürme hikayeleri yok."
  • "Mesela Bedirxan gibi isimler... Ulusal kahraman ola­rak sunuluyor ama aslında kendi bölgelerindeki gayrimüslimleri te­mizlemiş, pusuya düşürerek katletmiş bir insan aynı zamanda. Rant çatışmasıyla devlete, Osmanlı'ya isyan etti. Yani eğer rantta bir so­run olmasaydı Hamidiye Alayları'nda müthiş bir hizmetkar olacak­tı. Kendi bölgesinde gayrimüslimleri temizledi, gelip diğer bölgele­ri de halledecekti."
  • "Bizim orada daha çok halk yapmış. Yani asker hiç duymadım. Daha çok köyün büyükleri, on-on beş kişi bir araya gelip öldürüyor­larmış. Bütün hepsini öldürüyorlarmış. Mesela babamın dedesini öldüren kişiler hala bizim kasabada yaşıyorlar. Yani onların soyun­dan gelenler. Hiç tanışmadık ama hangi aile olduğunu, evlerinin ne­rede olduğunu biliyoruz."
  • "Tırnak bulamasınlar kendilerini kaşımaya."
  • "Hrant'ın hayali karşılıklı sevginin Anadolulu kardeşlerinin, dostlarının ilişkilerinde istisna değil kural olmasıydı. Bunun yolunun da "vicdan"dan geçtiğini söylüyordu sık sık: "Sağ­ duyunun, vicdanın sesi suskunluğa mahkum edildi. Şimdi o vicdan çıkış yolu arıyor," diyordu."
  • Peksu necedir bilmiyoruz. Türk Alevi köyü, ama ateist bir köy aslında. Ben hayatımda hiç böyle bir köy görmedim; cemevi yoktur cami yoktur ... Yani Şaman filanlar herhalde diye dalga geçiyorduk biz (gülüşmeler). Çünkü biz büyürken hiçbir inanç vurgusuna tanık olmadık.
  • Nenem doksan dokuz yaşında öldü. Yaşlı insanların ellerinde yaşlılık lekesi olur, yeşil noktalar. Nenemin de ellerinde yeşil lekeler oluştu. Ancak inanışlarına göre, çevrede herkes ellerindeki yeşil lekeleri günahsızlığına yoruyordu. Dönme (sonradan Müslüman) olduğunu, nenemin önceki günahlarını Tanrı'nın affettiğini, bu yeşil lekelerden dolayı cennete gideceğini düşünürlerdi.

Torunlar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

1915 olayları sırasında çocuk olan ve o uzun yürüyüş sırasında ailelerinden koparılarak Türk ailelerin yanında devşirilen Ermeni kökenli atalarımızın izinden gidiyor Ayşe Gül Altınsay ve Fethiye Çetin, bir nevi belgesel niteliği kazanmış bu araştırmada. Eseri okumadan önce Fethiye Çetin’in kitap/anneannem--10146 kitabını okumakta fayda var; zira “Torunlar”da yer alan hikayeler, Fethiye Çetin’in aktardığına benziyor. Okumayanlar için “kitap/anneannem--10146”i birkaç cümle ile özetlemem gerekirse; oldukça ileri bir yaşında tesadüfen anneannesinin Ermeni kökenli olduğunu öğreniyor Fethiye Çetin. 1915 olayları sırasında yakınları öldürülen, annesi ve kardeşlerinden ayrı düşen ve Türkler tarafından alınıp yetiştirilen çocuklardan biri anneannesi… Fethiye Çetin anneannesinin acıklı hikayesi ile birlikte tanımadığı Ermeni kökenli akrabalarının da peşine düşüyor ve soruyor: “Bu insanlar içimizde yaşamalarına rağmen hikayelerini neden kaybettiler? Neden susmayı tercih ettiler?” “Torunlar” bu soruyu Fethiye Çetin ile benzer durumdaki birçok toruna sorarak yanıtlar arıyor. Çoğunda hikaye benzer: O lanet olası uzun yürüyüş sırasında kaçırılan, ailelerinden ayrı düşen ya da aileleri tarafından bizzat Türk komşularına emanet edilen çocuklar, müslüman adetlerine göre yetiştiriliyor, evlendiriliyor ve çoluk-çocuğa karışıyorlar. Olaylar sırasında küçükler ancak yine de olup biteni hatırladıkları yaşlardalar; buna rağmen genel olarak susmayı, mevcut durumu kabullenmeyi ve Ermeni geçmişlerini içlerine gömmeyi tercih ediyorlar. Çoğu örnekte aile üyeleri ya Ermeni kökenli büyüklerinden geç haberdar oluyor -Fethiye Çetin örneğindeki gibi-, ya da bilmelerine rağmen çevreden -ve devletimizden- korktuklarından bu gerçeği saklıyorlar. Haydi gelin, önce empati kuralım: 10lu yaşlardasınız; siz sokakta oynarken bir anda ailenizin erkekleri toplanıp öldürülüyor, kalan kadınlar, yaşlılar ve çocuklarla yollara düşüyorsunuz. Yolculuk zor, acılı; sürekli ölüm var çevrenizde. Öldürülen, uçurumlardan atılan, derelerde boğulan, tecavüze uğrayan, soyulan insanlar görüyorsunuz. Kimi Türkler siz çocukları kurtarmak için yanlarına almak istiyorlar; ya zorla kaçırılıyor, ya da annenizin isteği, hayatta kalmanız ümidi ile onlara veriliyorsunuz. Gittiğiniz evlerde çoğunlukla hizmetçi ya da çobansınız. Yıllar geçiyor, gidenlerden haber gelmiyor; çevrenizdekiler ise sizin Ermeni kökeninizi mümkün olduğunca unutturmaya çalışıyor. Devşirme olarak müslüman adetlerine göre yetiştiriliyor, evlendiriliyorsunuz. Ermeni olmanın hakaret kabul edildiği bir ülkede, bir dolu çocuğunuzla, bu yeni kimliğinizin içinde, yaşanan o büyük acılar içinizde saklı, sessiz bir ömür geçiriyorsunuz. Belki anne-babalarınızı katleden insanlarla birliktesiniz üstelik. Bir nevi “düşmanlarınız”ın arasında, “teslim alınmışlık” duygusu ile yaşıyorsunuz. Çok dramatik, acılı hikayeler bunlar. Düşünün; mümkün mü insanın annesini, babasını, kardeşlerini hatırlamaması? Onları tekrar görmek için dualar etmemesi? Onlara neler olduğunu araştırmaması? Kimi örnekler var ki daha da acıklı; yıllar sonra akrabalarınız sizi buluyor ve evinize geri götürmek istiyor, ancak siz çoktan çoluk çocuğa karışmışsınız. Evlatlarınızı bırakıp gidemeyeceğinizden yüreğinize bir kez daha taş basmak zorunda kalıyorsunuz. Hani “Allah düşmanıma vermesin” denir ya; işte öyle acılar… Hikayelerde görüyoruz ki bu kadınlar ve erkekler yıllarca acı hatıralarını içlerinde saklamışlar, ya da sadece en yakınlarının kulaklarına fısıldamışlar. Ancak bu trav­matik hatıralarını yüksek bir sese dönüştürememişler. Kitabı doğru analiz edebilmek için Türkiyemizde sık sık ortaya çıkan o korkutucu tek sesliliği hatırlamakta ve empati kurmakta fayda var. Eskiden askeri darbelerle, sonrasında ise hatalı yönetimlerin kusurlarını örtme gayesi ile beslenen ve etnik kimlikleri yok sayan, kimliğinin tanınmasını isteyenleri dışlayan ve teröristlikle suçlayan bu yaklaşım; Anadolu’nun bize mirası olan o çok renkli, çok kültürlü ortamın zenginliğini yaşamamızı engelledi, ve hala da engelliyor. Bu zihniyet Hrant Dink gibi bir aydını aramızdan aldı, onu vuran genç çocuğun sırtını sıvazladı. Nitekim hikayelerin bir kısmında da gördüğümüz gibi, anneanne-babaannelerinin devşirilmiş bir Ermeni olması, kimi çocuk-torunların devlet memurluğuna ya da askeriyeye kabul edilmemesinin gerekçesi bile oluyor. Diğer tarafta yurtdışındaki Ermeni lobileri de, din değiştirmiş ve “Türkleşmiş” bu soydaşlarını yok saymayı tercih ediyorlar. Zira onların hikayesini de sadece öldürülenler besliyor; hayatta kalmak için kendi kökeninden vazgeçmeyi kabul edenleri unutmayı tercih ediyorlar. Ayşe Gül Altınsay ve Fethiye Çetin ise; her iki kesim tarafından da sesleri kısılan bu insanların sesi olmak, onların hikayelerini -kendi seslerinden dinlemek için maalesef çok geç kaldığımızdan- torunlarının dilinden aktarmak ve bu üstü kapalı dönemi bizlere daha iyi aktarmak için çabalıyorlar. Kendilerini hem emekleri, hem de cesaretleri için tebrik ediyorum öncelikle. Bu acılı, sessiz vatandaşlarımızın sesi oldukları ve tarihimizi daha iyi anlamamız için bir kapı açtıkları için bence alkışı hak ediyorlar. Kitaptaki anlatıların çoğu birebir Ermeni kökenli büyükleri ile konuşmuş, onlarla zaman geçirmiş torunların hatıraları; ki bence amaca en iyi bu anlatılar hitap ediyor. Ancak birkaç öykü de var ki, bu büyüklerini hiç tanımamış olan torunların çocukları tarafından, duyduklarına istinaden, kulaktan kulağa bir masal tadında anlatılmış. Her hatıranın kayda alınmasının bir değeri olduğu konusunda yazarlarla hemfikir olsam da, birebir yaşanmışlık içermeyen ve bence içerik olarak da zayıf olan bu kulaktan kulağa aktarımlara kitapta çok daha az yer verilmesini tercih ederdim. Sıkıcı olmanın ötesinde, yapılan işin ciddiyetine yakışmadığını düşündüm. Tarz olarak da küçük bir eleştirim var: Aktarımların bir röportaj kıvamında yapılması hedeflendi ise, soruları da duymalıydık. Amaç anlatılan hikayelerin yazarlarımız tarafından derlenip ortak bir metne dönüştürülmesi ve hatıraların saklanması idi ise, aktarımların daha iyi düzenlenmesi gerekliydi. Neredeyse birebir aktarıcının ağzından çıktığı gibi; fazla uzun, gereksiz detaylar, tekrarlar, hatta dedikodular içeren bu anlatılar, kitabın okunmasını hem zorlaştırıyor, hem de sıkıcı hale getiriyor. “Anneannem”deki sürükleyici akıştan çok uzak bu nedenle. Yine de her daim okunmalı, açıkça tartışılmalı, haklarında konuşulmalı. Zira; “İnsan bir kere ninelerinden ya da dedelerinden birinin farklı bir etnik ve dinsel kökene sahip olabileceğini düşünmeye; nenesinin ya da dedesinin "düşman" olarak tanımlanan gruba ait olup olamaya­cağı konusunda soru sormaya görsün; işte o andan başlayarak "öte­kine" düşman olamıyor.” (AkilliBidik)

Kimine göre soykırım,kimine göre savaş,kimine göre çatışma .Her ne olursa olsun tarihte yaşanmış bir olay.Ne yazık ki bu tip olayların bir daha yaşanmaması için mücadele edeceğimize bunları bir intikam aracı olarak da kullanan vardır. (ARSLAN HASAN)

Torunlar PDF indirme linki var mı?

Fethiye Çetin - Torunlar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Torunlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Fethiye Çetin Kimdir?

Fethiye Çetin, (d. 1950 Maden, Elazığ) İstanbul Barosu İnsan Hakları Yürütme Kurulu üyeliği ve Azınlık Hakları Çalışma Grubu sözcülüğü yapmış, çeşitli gazete ve dergilerde yazıları çıkmış, son olarak da Ermeni Tehciri'ni yaşamış anneannesinin hayatını anılar şeklinde ve 'Anneannem' ismi altında kitaplaştırmış İstanbul Barosu'na kayıtlı bir avukattır. Elazığ'ın Maden ilçesinde doğmuş, ilk ve orta öğrenimini Mahmudiye, Maden ve Elazığ'da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuştur. Halen İstanbul'da yaşamaktadır.

Kitap, 1904 yılında bugünkü Elazığ'ın Kovancılar ilçesine balı Ekinözü köyünde, veya eski adıyla Habab köyünde Heranuş Gadaryan olarak dünyaya gelmiş anneannesi Seher hanımın, 1915 olaylarını 10 yaşında bir çocuğun gözüyle yaşayışını, Çermik zaptiye karakolu komutanı Hüseyin Onbaşı ve karısı Esma hanım tarafından evlat edinilerek Seher ismiyle büyütülüşünü anlatmaktadır. Aynı süreçte, erkek kardeşi Horen de, Karamusa köyünden Hıdır Efendi tarafından alınır ve Nahırcı Ahmet adıyla çobanlık yapmaya başlar. Geriye dönük olarak aile tarihçesi çıkarılmakta, Heranuş Gadaryan'ın babasının Hovannes Gadaryan, annesinin aynı köyden İsguhi Arzumanyan, baba tarafından dedesi Hayrabed Efendi'nin ve kardeşi Antreas Gadaryan'ın Palu, Ergani-Maden ve Kiğı'da tanınan eğitimciler oldukları anlatılmaktadır. Heranuş 1913 yılında okula başladığında babası ve iki amcası para kazanmak için Amerika'ya giderler. 1915 olaylarıyla bu çerçeve içinde karşılaşırlar.

Heranuş, Seher olduktan sonra, yeni kimliğinin nüfus kayıtlarına göre teyzesinin oğlu olan Fikri (Fethiye Çetin'in dedesi) ile evlendirilir. Bu arada I. Dünya Savaşı bitmiş, baba Hovannes Gadaryan Suriye'de 1920'de karısı (Seher'in annesi) İsguhi'yi ve onun kızkardeşi Diruhi'yi, 1928'de de Halep'te oğlu (Seher'in erkek kardeşi) Horen'i bulmuş ve Amerika'ya götürmüştür. Küçük kardeşi 1915'de 5 yaşındaki Hırayr ise, anlaşıldığı kadarıyla, Hovannes Gadaryan'ın hanesi içinde tehcir yollarında ölen tek fert olmuştur. Hovannes kızı Heranuş'u (Seher) da bularak mektup ve onlara katılması için para da yollar, ancak Seher bu aşamada artık evlidir ve gitmez. Bu arada bir akraba da, Seher'in küçük teyzesi Siranuş, Siverekli bir Kürt ile evlenmiştir. Tehcirden alınarak evlat edinilen başka kimselerin hikayeleri de anlatılır. Geniş anlamda aile fertlerinden tehcirde ölenlere atıfta bulunulur.

Fikri ve Seher'in 4 çocuğu olur. Sabahat, Zehra, Fethiye Çetin'in annesi Vehbiye ve sonradan milletvekili olacak dayısı Mahmut. Mahmut dayısı nüfus kayıtlarında annesi için yer alan 'dinsiz' ibaresin nedeniyle askeri okula giremez. Çocuklar büyüdüklerinde ailenin Amerika'daki Ermeni kanadıyla Horen vasıtasıyla haberleşilmeye başlanır. Mahmut dayısı Amerika'dan gönderilen para ile tahsil için oraya gider gelir. Bu arada Hovannes ve İsguhi'nin Amerika'da iki çocuğu daha olmuştur. Olaylara bakış açısı ve tavırlarından ötürü 'Türk oğlu Türk' olarak niteledikleri Mahmut dayı ile aralarında anlaşmazlıklar doğar ve, anlaşıldığı kadarıyla, Mahmut dayının isteğiyle ailenin Amerika'daki Ermeni kanadı ile irtibat kesilir. Mahmut dayının 5 vakit namaz kılması ailenin Ermeni fertlerini rahatsız etmiştir. Hovannes Gadaryan 1965'de, Horen Gadaryan 1992'de ölür. Bu irtibatı Fethiye Çetin 80'li yıllarda, önce New York'ta bulunan ve telefon rehberinde bir Gadaryan bulan bir arkadaşı vasıtasıyla bir süre kurar. Sonra da anneannesinin 11 Şubat 2000'de Agos gazetesinde yayınlanan ölüm ilanına ilişkin olarak Fransa'da Ermenice yayınlanan Haraç gazetesinde (gayet menfi ve Fethiye Çetin'i küçümseyen tavır ve yorumlar içerecek şekilde) yayınlanan bir haberi görmüş olan ve kendisi de Habablı ve Gadaryanlarla akraba olan Başekiskopos Mesrop Aşçıyan kanalıyla bağlantı tekrar kurulur ve ABD'de yaşayan akrabalarını ziyaret eder.

Fethiye Çetin Kitapları - Eserleri

  • Anneannem
  • Torunlar
  • Utanç Duyuyorum

Fethiye Çetin Alıntıları - Sözleri

  • İnsan bir kere ninelerinden ya da dedelerinden birinin farklı bir etnik ve dinsel kökene sahip olabileceğini düşünmeye; nenesinin ya da dedesinin "düşman" olarak tanımlanan gruba ait olup olamayacağı konusunda soru sormaya görsün; işte o andan başlayarak "ötekine" düşman olamıyor... (Torunlar)
  • "Tırnak bulamasınlar kendilerini kaşımaya." (Torunlar)
  • Çoğu kez bulaşıcıdır ağlamak. (Anneannem)
  • Peksu necedir bilmiyoruz. Türk Alevi köyü, ama ateist bir köy aslında. Ben hayatımda hiç böyle bir köy görmedim; cemevi yoktur cami yoktur ... Yani Şaman filanlar herhalde diye dalga geçiyorduk biz (gülüşmeler). Çünkü biz büyürken hiçbir inanç vurgusuna tanık olmadık. (Torunlar)
  • Bazı omzu kalabalıklar, sürmekte olan sürebilsin diye bu kez kendi çocuklarını kurban seçtiler. Gözü doymaz kurbanseverler, bu kez, gençliği, işkencehanelerinde sürüm sürüm süründürdüler, ama yine de içleri soğumadı. (Anneannem)
  • "Mesela Bedirxan gibi isimler... Ulusal kahraman ola­rak sunuluyor ama aslında kendi bölgelerindeki gayrimüslimleri te­mizlemiş, pusuya düşürerek katletmiş bir insan aynı zamanda. Rant çatışmasıyla devlete, Osmanlı'ya isyan etti. Yani eğer rantta bir so­run olmasaydı Hamidiye Alayları'nda müthiş bir hizmetkar olacak­tı. Kendi bölgesinde gayrimüslimleri temizledi, gelip diğer bölgele­ri de halledecekti." (Torunlar)
  • "Amcam "Biz hep böyle değildik kızım, biz oralardan geldik, oralarda Kürtlerle bir­likte gayet iyi bir yaşam sürüyorduk," derdi. Katliam kelimesini kimse kullanmıyor, hiç duymadım. Hep "o günler" derler. Ne bile­yim, tecavüzden kurtulmak için dağlardan atlayan Ermeni kadınla­rın hikayesi anlatılır. Sağ kalan tek tük Ermeni erkeklerin nasıl öl­dürüldükleri anlatılır. Hep "Dışarıdan askerler gelmiş, onlar öldür­müş," diye anlatılır. Kasabadaki Kürtlerin öldürme hikayeleri yok." (Torunlar)
  • "Bizim orada daha çok halk yapmış. Yani asker hiç duymadım. Daha çok köyün büyükleri, on-on beş kişi bir araya gelip öldürüyor­larmış. Bütün hepsini öldürüyorlarmış. Mesela babamın dedesini öldüren kişiler hala bizim kasabada yaşıyorlar. Yani onların soyun­dan gelenler. Hiç tanışmadık ama hangi aile olduğunu, evlerinin ne­rede olduğunu biliyoruz." (Torunlar)
  • Nenem doksan dokuz yaşında öldü. Yaşlı insanların ellerinde yaşlılık lekesi olur, yeşil noktalar. Nenemin de ellerinde yeşil lekeler oluştu. Ancak inanışlarına göre, çevrede herkes ellerindeki yeşil lekeleri günahsızlığına yoruyordu. Dönme (sonradan Müslüman) olduğunu, nenemin önceki günahlarını Tanrı'nın affettiğini, bu yeşil lekelerden dolayı cennete gideceğini düşünürlerdi. (Torunlar)
  • İnsanlar kökeniyle, diniyle, rengiyle rencide olmamalı. (Torunlar)
  • "O cahil hocaların aptal sözlerini bu eve getirme." (Anneannem)
  • "Bizim orada Ermeni Fırını diye bir ma­ğara var. O fırına Ermenileri koyup, kapatıp ateşe vermişler. Kalanı da sürmüşler." (Torunlar)
  • "Seyircisiz zulüm olmaz" derler. Dünyanın benzer başka ülkelerinde olduğu gibi bu topraklarda da zalim hep seyircilerden aldı gücünü, seyircileri ile güçlendi "suç" seyircilerinden alınan zımni onayla "suç" olmaktan çıkarıldı, failler yargılanmadı, suçlular ve suçlar cezasız kaldı. (Utanç Duyuyorum)
  • "Kaşla göz, gerisi söz!" (Anneannem)
  • "Hrant'ın hayali karşılıklı sevginin Anadolulu kardeşlerinin, dostlarının ilişkilerinde istisna değil kural olmasıydı. Bunun yolunun da "vicdan"dan geçtiğini söylüyordu sık sık: "Sağ­ duyunun, vicdanın sesi suskunluğa mahkum edildi. Şimdi o vicdan çıkış yolu arıyor," diyordu." (Torunlar)
  • .... o günler gitsin, bir daha yaşanmasın" diyoruz. (Anneannem)
  • .... bilirsin, iyiler yaşamaz.. (Anneannem)
  • Önce insanlığımdan utandım, insan denen varlığın insana yaptıklarından... (Utanç Duyuyorum)
  • Bizim köyün yakınlarında bir kuyu vardı. Çok derin bir kuyu. Kazılan bir kuyu değil, doğal bir şey. Çocukken biz oraya taş atıyorduk, iki-üç dakika sonra dibine düşüyordu. Çok derindi yani. Dedem derdi ki, "O zaman Ermenilerin hepsini getirdiler, buraya attılar." Hep ağlayarak anlattığı bir hikaye daha vardı, onu size anlatayım mı bilmiyorum. Derdi ki bu kuyuya bir kilometre mesafede bir çeşme varmış. Bir seferinde askerler getirdiklerini bir kilometre daha yukarıya, bu kuyuya çıkaramamışlar, hemen o çeşmenin orada öldürüp gömmüşler. "Ondan sonra çeşmenin suyu üç gün beş gün kırmızı aktı, kan olarak aktı," diye anlatırdı. (Torunlar)
  • Bu evde para sıkıntısı çekildi ama iki şeyin sıkıntısı hiç yaşanmadı. Bunların biri sevgiydi, diğeri de yemek. (Anneannem)

Yorum Yaz